KURAN-I KERİM veİSLAMİYET HAKKINDA BİLDİKLERİMİZ - BİLMEDİKLERİMİZ İSLAMİ SORULAR - CEVAPLAR

3-Risale-i Nur dan 2.söz Türkiye'de ilk


RİSALE – İ NUR dan 2. SÖZ (Türkiye’de ilk…)


RİSALE – İ NUR dan 2. SÖZ Türkiye’de ilk defa bu tarzda yazılmıştır. 2. Söz okunurken hem eski Türkçe, hem de yeni, Türkçe bir arada, aynı anda okunması amaçlanmıştır, lügat aramamak, sözlüklerin peşine düşmemek ve anlamları ile (mümkün olduğunca) birleştirerek akıcı bir üslup ile okunması gençlerin de RİSALE– İ NUR Deryasından faydalanması amacı ile hazırlanmıştır. İNŞALLAH beğenilmesi durumunda RİSALE–İ NUR un tamamı üzerindeki çalışmalar devam edecektir.





SÖZLER'İN ÖZET BİLGİ LİSTESİ

2. SÖZ : İnananların ve inkâr edenlerin bakış açıları arasında bir karşılaştırma.
Cennet hayatını insan bu dünyada yaşamaya başlayabilir mi?


İKİNCİ SÖZ



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Okunuş: Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla

(2-el-BAKARA 3. Ayet)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (٣)
Okunuş: (3) Ellezine yü'minune bil ğaybi ve yükiymunas salate ve mimma razaknahüm yünfikun
Diyanet Açıklamalı: (3) Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
Elmalılı Orijinal: (3) onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak ederler
S. Ateş: (3) Onlar ki gaybde(gizlide, içtenlikle) inanıp namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allâh rızâsı için) harcarlar.
Y.N. Öztürk: (3) Ki onlar, gayba inananlar,namazı kılanlardır. Ve kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır.

İkinci Söz

İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki adam, hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin(bencil), talihsiz bir tarafa; diğeri Hudabin,(Hakkı ve hakikati gören) bahtiyar diğer tarafa sülûk (belli bir gruba girme-bir yolu takip) eder, giderler.
Hodbin(Bencil), adam, hem hodgâm,(kendi keyfini düşünen-kendini beğenmiş) hem hodendiş,(kendi için endişe eden) hem bedbîn (kötü görüşlü ümitsiz) olduğundan bedbînlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki: Her yerde âciz bîçareler,(çaresiz-zavallı-şaşkınlar) zorba müdhiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vaveylâ (çığlık-feryat) ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazîn, elîm bir hali görür. Bütün memleket, bir matemhane-i umumî(herkesin yas tuttuğu yer) şeklini almış. Kendisi şu elîm (acıklı-üzüntü veren) ve muzlim (karanlık zulmetli,dehşetli) haleti (hali-durumu) hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünki herkes ona düşman ve ecnebi (yabancı) görünüyor. Ve ortalıkta dahi, müdhiş (dehşet veren) cenazeleri ve me’yusane(ümitsizlikle) ağlayan yetimleri görür. Vicdanı, azab (sıkıntı ve elem) içinde kalır. Diğeri Hüdabîn, Hüdaperest ve Hakendiş,(Hakkı gören,dindar,Hakkı düşünen) güzel ahlâklı idi ki: Nazarında (Düşüncesinde) pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî (toptan-herkesle alakalı) şenlik görüyor. Her tarafta bir sürur,(sevinç) bir şehr-âyin,(panayır yeri) bir cezbe (Allah sevgisi ile kendinden geçme) ve neş’e içinde zikirhaneler;(Allahın zikredildiği yerlerler) herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye(umumi terhisler-izin vermeler) şenliği görüyor. Hem tekbir (Allahü Ekber) ve tehlil (Le İlahe İllallah) ile mesrurane (sevinçli bir şekilde) ahz-ı asker (Askere alma) için bir davul, bir musikî sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın (talihsizin) hem kendi, hem umum (bütün) halkın elemi (kederi) ile müteellim (kederli) olmasına bedel;(karşılık) şu bahtiyar,(talihli) hem kendi, hem umum (bütün) halkın süruru (sevinci) ile mesrur (sevinçli) ve müferrah (ferahlanmış,sıkıntıdan üzüntüden kurtulmuş) olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastgelir. Halini anlar. Ona der: “Yahu sen divane (deli) olmuşsun. Bâtınındaki (içindeki) çirkinlikler, zahirine (dışına) aksetmiş (vurmuş) olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisatı (serbestliği) soymak ve talan etmek tevehhüm (zan) etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle. Tâ, şu musibetli (belalı-felaketli-hastalıklı) perde senin nazarından (düşüncenden) kalksın, hakikatı (gerçeği) görebilesin. Zira nihayet (son) derecede âdil, merhametkâr,(acıyan) raiyet-perver,(halka iyi gözle bakan) muktedir, (güçlü kuvvetli) intizam-perver, (intizamı tertib i düzenlemeyi çok seven) müşfik (merhametli) bir melikin (padişahın) memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat (İlerlemenin meydana getirdiği eserler) ve kemalât (fazilet) gösteren bir memleket, senin vehminin (manasız korkunun) gösterdiği surette (biçimde) olamaz.” Sonra o bedbahtın (talihsiz bahtı karanın) aklı başına gelir, nedamet (pişmanlık) eder. “Evet, ben işretten (içkiden) divane (deli) olmuştum. Allah senden razı olsun ki, Cehennemî bir haletten (suretten) beni kurtardın.” der.

Ey nefsim! (canım ruhum öz varlığım) Bil ki: Evvelki adam kâfirdir (inkar eden, gerçeği gizleyendir) veya fâsık-ı gafildir.(gerçeklerden habersiz inkarcı günahkardır) Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir.(herkesin yas tuttuğu bir yerdir) Bütün zîhayat,(canlılar) firak (ayrılık) ve zeval (sona erme) sillesiyle (tokatıyla) ağlayan yetimlerdir. (babası ölmüş çocuklardır) Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, (kainat) ruhsuz, müdhiş (dehşet veren) cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, (çok acıklı) ezici, dehşetli evham, (çok büyük üzüntü) küfründen (inançsızlığından) ve dalaletinden (şaşkınlığından) neş’et edip, (çıkıp) onu manen (ruhca) tazib eder (incitir). Diğer adam ise; mü’mindir. (Allahın emirlerine uyan dır) Cenab-ı Hâlık’ı (her şeyi yoktan yaratan yüce Allahı) tanır, tasdik (kabul) eder. Onun nazarında (bakışında) şu dünya, bir zikirhane-i Rahman, (Allahın zikredildiği yer) bir talimgâh-ı beşer (insanların ve hayvanların eğitim gördüğü yer) ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır (insan ve cinlerin imtihan meydanı yani dünyadır). Bütün vefiyat-ı hayvaniye ve insaniye (hayvan ve insanların ölümü) ise; terhisattır. (serbest kalmadır) Vazife-i hayatını (hayatta yapılması lazım olan vazifelerini) bitirenler, bu dâr-ı fâniden, (gelip geçici dünyadan) manen mesrurane, (ruhen sevinçli bir şekilde) dağdağasız (gürültüsüz, ıstırapsız) diğer bir âleme (dünyaya) giderler. Tâ yeni vazifedarlara (görevli yaratılanlara) yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniye (hayvan ve insan doğumları) ise; ahz-ı askere, (askere alma) silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, (hayat sahibi canlılar) birer muvazzaf mesrur (vazifeli sevinçli) asker, birer müstakim (düzgün) memnun memurlardır. Bütün sadâlar (sesler) ise, ya vazife başlamasındaki zikir (anmak) ve tesbih (yadetmek) ve paydostan (serbestlikten) gelen şükür (teşekkür) ve terfih (korkusuz kalmak) veya işlemek neş’esinden neş’et eden (meydana gelen) nağamattır. (nağmeler, güzel seslerdir) Bütün mevcudat, (kainat) o mü’minin (Allaha ve emirlerine uyan) nazarında, Seyyid-i Kerim’inin (ikram ve ihsan sahibinin) ve Mâlik-i Rahîm’inin (her şeyin sahibi olan Allahın) birer munis (cana yakın) hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, (yumuşak,derin,gizli) ulvî ve leziz, (lezzetli) tatlı hakikatlar, (gerçekler) imanından tecelli eder, (görünür) tezahür eder.
(meydana çıkar)

Demek iman, bir manevî tûbâ-i Cennet (kökleri göklerde ve nurani cennet ağacı) çekirdeğini taşıyor. Küfür (inkar) ise manevî (ruhani) bir zakkum-u (cehennemliklerin yiyeceği ağacın) Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet (kurtuluş) ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise, biz daima اَلْحَمْدُ لِلّهِ عَلَى دِينِ اْلاِسْلاَمِ وَ كَمَالِ اْلاِيمَانِ "Elhamdü lillâhi alâ dini'l-İslâm ve kemâli'l-îman" (İslam dinini ve mükemmel imanı ihsan ettiği için Allah’a hamd olsun) demeliyiz…

DÜZENLEME : veyseluzun Nisan-2007-Batman-TÜRKİYE-




DİPNOT : İncelediğim risalelerde 2. söz ün başına konulan Bakara suresi 3. ayeti "O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah'a ve Onun bildirdiklerine iman ederler." Diye açıklanıyor
Ancak risaledeki orijinal Arapça metinde
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
Ellezine yü'minune bil ğaybi (Onlar gayba inanırlar) diyor.
Bakara-3.ayet doğru da meali mi yanlış/devamı varmı/yokmu/Meal doğru ise ayet eksik mi/meal ile Arapça metin uyuşmuyor/gibi kuşkular yerine (2.el Bakara suresi 3. ayetinin tamamını orijinalini ve okuyuşuyla mealinin doğrusunu koydum.
Acaba orijinal RİSALE – İ NUR Külliyatı’nda
Veya piyasada satılan ciltlerde ki 2. SÖZ başı nasıldır bilemiyorum.
Şu ana kadar hiç risalem olmadı ki 15-20 yıldır çok merak ediyordum Risale-i Nur Külliyatı nasıl bir şeydir diye, emanet olarak bile bana vermiyorlardı.
Neyse ki 2006 yılında 3-4 tane değişik Risale-i Nur Külliyatı versiyonunu bilgisayardan indirdim ve bir cd’ye kaydettim parasızlıktan alamadığım Risale-i Nur Külliyatı Deryasına 25 kuruşluk bir cd ile sahip oldum.
Ve O 25 kuruşluk cd ile araştırmalarımı sürdürüyorum.